[Dar]Alanlar

[Dar]Alanlar

bir Cumartesi sabahı

bir Cumartesi sabahı

İnsan sıkıntıdan neler yapmaz ki… Ben de madem sosyal mesafeli olmamız gerek ve benim de canım çok sıkıldı, o zaman arabayla gezerim dedim. Daha önce böyle bir şey yaptım mı… Sanırım baharda haftasonu kapanmaları başlamadan önceki son gün de tüm sahil yolunu arabayla turlamıştım. Güneş vardı. Uzun zamandır konuşmadığım arkadaşlarımı arayıp gözlerimden yaşlar inerek korkulu bekleyişe hazırlanıyordum. Zaten o günlerde İtalya’dan gelen hastane görüntülerine bakıp bakıp evde tek başıma ağlıyordum.

Her neyse, o günden aylar sonra, biz hâlâ daha nedense kapanmaz ama kapanmaya daha çok ihtiyacımız varken,  yine yollara düştüm. Aklımda net bir plan yoktu, üstelik hava da kapalıydı. Nerede durup yürüyüş yapabilirim bilmiyordum. Hatta bir yerlerde oturmam da zor olabilirdi yağmur yağarsa. Yine de kahvemi demledim, termosumu aldım, sandalye ve sehpam da zaten arabada. Harika!

Önce 1.Köprü’den Etiler yönünde gidip Ulus tarafına, orda polis çevirmesinde ehliket kontrolüne takıldıktan sonra Ortaköy’e, sahil boyunca koşanları ve balık tutanları izleyerek Kuruçeşme’den Bebek’e kadar gittim. Ama hem araba hem yaya yolu kalabalık olduğu için daha fazla devam edemeyip Etiler’e döndüm. Yağmur başladığı için Nişantaşı’na gitmekten vazgeçerek Barbaros Bulvarı’ndan tekrar köprüye girerek Kadıköy’e geldim. Moda Caddesi boyunca fırın önünde çift sıra park etmiş arabaları, kahvaltıya gelenleri ve croissant için kuyrukta bekleyenleri geçerek arabayı bir yerde park ettim ve Bahariye’ye doğru yürüdüm. Özlemişim.

Daha saatler 10’u yeni bulduğundan, cadde sakindi. Dükkanların en azından yarısı açılmamıştı bile. Yıllardır bildiğim yerlerden geçmek, renkli boyanmış kaldırım taşlarına, yanımdan geçen tramvaya, yılbaşı hediyeleri aldığım minik dükkanlara bakarak, ayaklarım nerden dönmek isterse oraya dönerek, Moda ve Kadıköy Çarşı arasında gezindim. Sokak aralarındaki evlerin cumbalarına, ferforje demirlere, daha önce burada yaşayan yazarların adlarına, Kadife Sokak’ta bir kapı önünde uyuklamakta olan evsiz dostumuza, büfenin önündeki taburelere oturmuş çift kaşarlı tostlarını bekleyen gençlere, en az beş katı ağırlığındaki çuvalı yokuş yukarı itmeye çalışan çocuğa bakarak

Kilisenin yanından tekrar Bahariye Caddesi’ne çıkarken içimdeki küçük kız çocuğu “buralarda bir pastane olacaktı” diye bağırdı. Evet, hatırladım, hemen sol tarafta köşede olmalı. İnci Pastanesi. Üniversite zamanında haftasonları uğradığımız bir yerdi. Alman pastası vardı hem orda. Var mıdır yine?

Var! Evet, evet, pudra şekerli top top pastalar vitrinin orta sırasında sol köşedeydi.  Tezgahın arkasındaki yaşlı amcaya günaydın dedim ve “kaç tane” diye sorunca, iki kere düşünüp bir tane istemeye karar verdim. Canım ponçiğim, seni kahvemle ne güzel yerim. İçim ısındı birden. Arada gelsem ya, dedim, çok erken saatte. Birkaç dükkâna uğrayıp birşeyler alayım. Bu “kargo beklemeli hayatım”da kırtasiyeden bir defter, sıradan bir dükkandan pijama altı almayı özledim.

Ne garip şeyleri özlüyor insan. Bir zamanlar yaptığı şeylerin farkına bile varmıyor, artık yapamadığı ana kadar. Sonra da özlüyor işte böyle.

Uçmayı da özledim mesela. Seyahat etmeyi ne kadar çok sevsem de havaalanlarından oldum olası hoşlanmam. Çok fazla renk, ışık, gösterge,prosedür ve uyaran vardır etrafta, havası da yoğun ve basıktır çoğu zaman, yorar beni. Gel gör ki en son geçen sene bugün uçağa bindiğimi düşününce, o uçakla bir gece konaklamalı Roma’ya gittiğimi hatırlayınca…Bir sırt çantasıyla geldiğim Roma’nın bir toplantı için Amerika’dan gelen sevgili Elifciğimi ve güneşli muhteşem bir öğleden sonrası vaadettiğini nasıl unuturum ve özlemem…

Kadıköy’den arabayı alıp Cadde trafiğine girmeyi göze alarak Caddebostan yönüne çevirdim direksiyonu. Hava iyice kapamıştı. Sandalyeme oturdum ama soğuktan ve çiseleyen yağmurdan dolayı pek öyle keyifli bir oturuş olmadı. O ara bir de canımı sıkan bir haber aldım zaten. Covid olduğunu önceki hafta öğrendiğim, daha iki gün önce yazıştığım biri hastaneye yatmıştı. Böyle bir durumda, özlediğimiz, hasret kaldığımız gündelik ihtiyaçlarımızı düşünüp şikayet etmek ne anlamsız… Tabii ki herkes kendi içinde yaşıyor ne yaşıyorsa. Duygular geçici, şimdi üzüldüysem birazdan kahkahalarla güleceğim. Beynimiz sürekli yeni bir şeye heves etmemizi istiyor, bizi uyanık tutuyor belki bu. Çabuk sıkılıyoruz, hatıraların tatlı sözlerine kanıp aldanıyoruz ya da kendi kendimize buhran yaratıyoruz bazen. Duyduğumuz bir cümle, büyük bir karabasana dönüşebilir ya da duyduğumuz her haberi kafaya takarsak biz birer psikopat olabiliriz. Hepsi mümkün. Her an bir seçim yapıyoruz, yapmak yapmamak, düşünmek düşünmemek, sağa dönmek, düz gitmek, üzülmek ya da umut etmek

Ben bu düşüncelere savrulurken kimbilir daha neler oldu, bilmediğim… Daha geçen hafta İzmir’deki deprem bizi dehşete düşürmüştü. Kimbilir birazdan ne haber alacağız. Matematik öğretmenimizin söylediği bir söz vardı. Herhangi birşeyin olması her zaman ihtimal dahilindedir. Örneğin içtiğiniz meşrubatın içinden bir toplu iğne çıkması ve boğazınıza batması mümkündür. Ama siz bu olasılığı sürekli düşünürseniz delirirsiniz. Son yıllarda hele şu salgın döneminde daha çok aklıma gelmeye başladı bu cümlesi. Bir gün dışarı çıkamıyorum diye kendi kendine hayıflanıp aslında evinde rahat rahat otururken, bir başka gün hastane koridorlarında beklerken buluyorsun kendini. Kontrol edemeyeceğin onca şey arasında tek kontrol edebileceğin şeyin senin buna verdiğin tepki olduğunu tekrar hatırlıyorsun. İnsanız, her zaman buna göre davranmıyoruz tabii; ama hatırlamamız gerek, yoksa hayat bize hatırlatıyor zaten.

Bugünün 70 km’lik İstanbul seyahatinden yanıma kalanlar da elbette gördüklerim, düşündüklerim,  “etkileşim” özlemimi bir nebze hafifleten küçük diyaloglarım ve bu farkındalığı tekrar anımsamak oldu.

VN:F [1.9.22_1171]
Rating: 0.0/10 (0 votes cast)
VN:F [1.9.22_1171]
Rating: 0 (from 0 votes)
Share


Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

* Copy This Password *

* Type Or Paste Password Here *

error: Content is protected !!