Sonsuzluk nedir ki… Anlamsız bir kara delik gibi içinde kaybolduğun bir boşluk.
Yalnızlık dersen, sahipsiz bir köpek gibi hangi kuytuya sığınacağını bilememek.
Eksik kalmak mı bu sevda, anlamsızlık mı… Bilemiyorum.
Saatler saatleri çalmış gibi, bense zamanın farkında değilim.
Bildiğim bir şey var ki, eksik kalırım sen olmayınca. Eksik kalır şarkılar, hayaller, çimler eksik kalır.
Peki, sen eksik parçalarla mutlu olunamayacağını bilmiyor musun? Gönlün el veriyor mu buna?
Bir de bilmez gibi soruyorsun ya; “nedir bu aşkta eksik olan… sonsuzluk mu?”
Başlayamadığımız bir yolun sonunu mu soruyorsun bana?
Hem, sonsuzluk nedir ki… Bir ölçeği var mı ki ben onla ölçüp biçeyim… Bu an mıdır son an mıdır? Son an yaşandığında nasıl sonsuz olur? Peki, her anı son an gibi yaşarsak o zaman sonsuz mudur?
Sen girdin ya hayatıma, her an son an gibi çünkü. Tekrarı yok gibi. Elini tutmak ağıt gibi. Sesini duymak bıçak yarası.
Sevda, tuz basarmış o yaraya da can çekişirmiş ya insan. Öyle bir hal bu işte.
Yeter artık diyor bir yanım, dayanamayacak gibi oluyorum. Ses etmeden, susarak bekliyorum. İçim sıkışıyor sonra, çığlık atıyorum trafiğin içinde. Öyle bir çığlık ki sonrasında boğazım acıyor, yutkunamıyorum.
Kendime gelir gelmez, sevgi biter mi, diye soruyorum sana. “Hiç bitmez”, diyorsun.
O zaman neden yanımdasın? Aynı anda bir yürek daha mı çarpıyor yüreğinde? Bir değil, iki, üç… Hatta daha çok yürek atabilir mi bir kalpte?
Sadece sevmeye dairse bu, iki kişi kafi değil mi?.. Ve başkaları varken resimde, sevgi sözü saflığını koruyabilir mi?
Yani beni sevdiğini söylerken onu da (hem de daha fazla) seviyor olabilir misin?
Bunu düşünmeye dayanamam.
Kızma, diyorsun; ama ben kızamıyorum da. İçimden 7-cüceler gibi pek çok his geçiyor; ama huysuz cüceyi almamışlar aralarına. Kızgınlık yok. Mutlu, uykulu, meraklı var mesela; hatta huzursuzluk da var. İçimi kemiren düşünceler ve tabii ki yüzünü bilmediğim başkaları var bu hikâyede.
Kızma, diyorsun; ama sana kızarsam kendime de kızıyorum biliyorsun, değil mi… Sen, ben; ben de senim, diyorsun ya, aynen onun gibi.
Bu yüzden işte, her şeye rağmen kızamadım. Sana da kendime de kızamadım.
Huzursuzlandım, içlendim; hatta bu andan sonraki bir anı hayal edemeyeceğim için buruk da hissettim. Ama kızmak istemedim, hayır. Öyle kalabilelim istedim, devamı var gibi kalabilelim istedim o anda. İyi hissettim ve güvende.
“Bir kere daha geçtin içinden ömrümün bu gün”, diyorsun. Sen de her seferinde geçip gidiyorsun hayatımın köşesinden.
Trafik ışıklarında bekliyorsun önce. Yeşil yanacak diye saniyeleri sayarken zaman geçmek bilmiyor. (Özlüyorsun.) “Artık geçebilirsiniz”, sesini duyar duymaz kaldırımdan yola fırlıyorsun. Ama hemen o köşede hayat alıkoyuyor seni. Ne olduğunu anlamadan sadece el sallayarak uzaklaşıyorsun. Bu kadar çabuk…
Yalan değil, her seferinde meçhule giden bir gemi kalkıyor bu limandan. Aklım hep darmadağın, içim tıka basa kalabalık, bir o kadar ıssız her gece. Bir sonu defalarca yaşamaya dayanır mı bu yürek… Sen, ben; ben de senim, diyorsun ya, bir farkla. Sen Son’u kabullenmişken, ben patlamış mısırımı alıp koltuğa yerleşmiş, boş yere filmin başlamasını bekliyorum.
Warning: count(): Parameter must be an array or an object that implements Countable in /home/nilhanf/public_html/wp-content/plugins/gd-star-rating/code/blg/frontend.php on line 705
Warning: count(): Parameter must be an array or an object that implements Countable in /home/nilhanf/public_html/wp-content/plugins/gd-star-rating/code/blg/frontend.php on line 574
Yalnızlık!
“Yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılsa yalnızlık olmaz” derler ama bunu diyenler paylaşılan yalnızlığın bile içinde yalnız kalmanın ne demek olduğunu bilmezler. Yalnızlık mıdır? Tek başına kalsan da seni düşünen birinin olduğunu bilmek. “Sahipsiz bir köpek gibi hangi kuytuya sığınacağını bilememek” midir yalnızlık? Yoksa Onu sevdiğini, özlediğini söyleyememek midir? Yanındayken bile.