Baş ve karın ağrısıyla biraz huysuz uyandım bu sabah. Kahvaltıdan sonra yine bir arkadaş tavsiyesi ile Lefki Ammos‘a çevirdik direksiyonu. Koursaros’la aynı sapaktan giriliyor; ama işletmesi biraz daha şık gözüktü bana. Barı ve çalan müzikleriyle de iyi bir beach club görüntüsü verdi. Her ne kadar şezlong ücreti alınmasa da rezerve edilen yerlere koydukları boş içki şişelerini görünce subliminal mesaj verdiklerini düşündüm – şişe açtırın, için, bitirin…
Denizi çok sevdim, kumluk ve Koursaros’a göre daha hızlı derinleşiyor, hafif serin. Uzunca süre denizde kaldım, müziklere ise bayıldım. En çok beğendiğim müzikler burda çaldı. Eski yeni, klasik, new age, latin, bir Jay-Jay Johanson çalıyor, bir Buenas Vista Social Club, chill out ve hafif tempo müziklerden daha hızlılarına çok iyi geçiş yapıyorlar. Sürekli salınmak ve dansetmek istiyorum, çok iyi.
Akşamüstü bizim plajdan sağa doğru yürüdüm, hemen yanımızdaki plaj meşhur Cabana idi. Şezlonglar bazalı yatak görünümünde daha geniş – hani bir anda Economy’den Business’a geçmiş gibi oldum – ama çok sıkış tıkış bir yer. Yanında da halk plajı var, sonra da bizim ikinci gün gittiğimiz Koursaros geliyor. En güzel deniz yine bizim bugün geldiğimiz Ammos diyerek geri yürüdüm.
Müzik hızlanmış, Happy Hour bekarlığa veda yapan kızlarımızın da katılımıyla hareketlenmişti. Yine de beklediğim enerjiyi göremedim diyebilirim, danstan ziyade sallanma hali…
Akşam yediden sonra bendeki kıpırdanmalar ve yerinde oynamalar yerini suyla dansa bıraktı. Bir çocuk gibi safça, düşünmeden, farkında olmadan, bilmeden, apaçık, içimden geldiği gibi… Sulara ayaklarımı vura vura, bir sağa bir sola bir ileri bir geri gide gele, üstümü ıslatarak, kumda ayakizlerimi takip ederek, büyük ihtimalle öğleden sonra kalkarken kumda unutulmuş oyuncak kalıplarla kumdan şekiller (yıldız, deniz kabuğu) yaparak, ayağımla sıçrattığım suların kumda yarattığı kabarcıklara bakarak, sivri bir taş bulup ismimi yazıp, sevdiğim bir taş seçip noktalama işareti koyup, sonra dalga silince bir daha yazıp, sirtaki adımlarını çalan müziğe uydurup, içimden de bambaşka bir türkü tutturup…
Uzunca süre de denize karşı oturup renklerin milim milim değişmesini, denizin ortasındaki teknenin sallanışını, dalgalar geri çekilirken görülen çakıl taşlarının beyaz köpüklerin altında kaybolmasını, kumsalda bıraktıkları izleri, sesi ve sessizliği, denizdekilerin konuşmalarını, selfie çekenlerin pozlarını, denizin mavisiyle göğün pembesini, koyun iki yanındaki dinginliği…
Kendi kendime sallanıp oynarken bi an durdum ve “Saçmala!” dedim kendime. Elime bir taş alıp “Saçmala!” diye yazdım. Günlerden ve saatlerden Saçmalama’yı seçtim. Daha çok oynadım sularla, sırtıma kadar su sıçratmayı ve neredeyse bir arıya basıp kafamı şezlonga çarpmayı başardım. Saçmaydı biliyorum; saçmaladım, saçmalıyorum, saçmalayacağım… Benim kanatlarım var, rüzgarlarım var koltukaltlarımdan kaldırıp uçuran hayallerim umutlarım bilinmezliklerim var. İyi ki de var!
Saat 20:40’a kadar deniz kenarında kâh tembellik ederek kâh sessizce etrafı seyrederek zaman zaman da kumda dansederek geçti.
Otele dönüş geç olunca, yemek de geçe kaldı. Bu akşam da yine otele 200 m kadar mesafede olan Bakalis’e gittik. Dün beğendiğimiz balıktan söyledik, salatayı bu sefer Bakalis salata seçtik, ekstra olarak ızgara kırmızı biber söyledik. Biberler cidden tatlı, etli ve suluydu. Ben çok beğendim. Balık yine iyiydi ve 1,5 porsiyon söylediğimiz için gayet güzel doyurdu.
Diğer seyahat yazılarına da göz atmak isterseniz…