Başlığa bakmayın, artık günleri saymayı bıraktım. Kaçıncı günde olduğumun bir önemi kalmadı. Her gün birbirinin aynı değil; ama sanki hiç yaşanmamış gibi. İlk başlarda soğuktu, serindi, yağmur ve rüzgar vardı. Balkona çıkmıyordum fazla, üzerime kalın bir hırka alıyordum çıkarsam da. Sonra sonra ılımaya başladı hava, öğleden sonraları balkonda oturup güneşlenmeye başladım. Şimdiyse kombiyi kapadım, öğlene doğru güneşlikleri kapatıyorum, çok sıcak oluyor evin içi. Sabahları balkonda kahvaltı edebiliyorum; ama sonra içeri geçmem gerekiyor. Öğlen vakti balkon cayır cayır yanıyor artık.
Her gün yeni bir şey deniyorum. Bazen oluruna bırakıyorum, bazen kabaca planlar yapıyorum kafamda. Plan derken çok ciddi planlar değil; ama beni motive edecek şeyler mesela;
- Yataktan kalkınca önce yoga yap ve boyun egzersizlerini tekrarla
- Gözlemeli, domates ve salatalıklı, zeytinyağı bandırmalı, mükellef bir kahvaltı hazırla çay demleyip
- Yarım kalan podcast’i dinle ve izlemeye başladığın filmi bitir
- Spa keyfi yap
- Müzik dinle ve danset
- Kitap oku ve yaz
- …
En keyifli geçen saatlerin sabah saatleri olduğunu farkettim. Özellikle kısa da olsa yoga hareketleri yapıp kendime özenle kahvaltı hazırlarsam keyfim artıyor. Peşinden güzel müziklerle, kitap okumak, yazmak ya da yaratıcılığımı kullanacağım herhangi bir şey…
Tabii her zaman yazdıklarımın hepsini sırasıyla yapmam mümkün olmuyor. Dışardan kargom ya da market siparişim geldiyse, belli bir zamanı onları temizlemeye ayırmam gerekiyor. Damacanalarla gelen sular cam şişelere aktarılıp eller güzelce yıkanıyor; kapalı paketler sabunla yıkanıp kurutulup öyle kaldırılıyor. Çamaşır, bulaşık makinesi çalışıyor, çamaşırlar asılıyor, tabak çanak kuruyunca dolaplara yerleştiriliyor. Bunlar hep zaman alıyor.
Çalışan anne olmamama rağmen, çalışan bir kadın olmanın zorluklarını daha çok hissettiğim bir dönem oldu bu. Bazı günler yerimden kalkıp su içmeye bile gidemiyorum. Öğle yemeğini iki toplantı arasındaki 15 dakika içinde ısıtıp bilgisayarın karşısında yemem gerekebiliyor. Evde yardım edecek kimse olmadığında masa başındaki 9 saat iyice kabusa dönüşüyor. İşin daha da kötüsü, patronlar dünyası çoğunlukla yatılı yardımcı desteği aldığı ya da erkek egemen kadrolar domestik görevleri eşlerine bıraktığı için nasıl bir tempo içinde olduğumu yöneticilerimin anlamasına imkân yok.
Böyle zamanlarda, yani boğulacak gibi olup, içim sıkıştığında tek tesellim, öğleden sonra yaptığım sade Türk kahvesi keyfim. Evin içinde birkaç tur atıyor, bazen camı açıp kafamı dışarı çıkarıyor ve derin derin nefes alıyorum. Üst üste iki bardak su içiyorum. Baş ağrısına dayanamadığımda hiç sevmediğim halde ağrı kesici almam gerekiyor. Müzik kanalını değiştiriyorum. Oturduğum yerden kalkıp omuzlarımı ve boynumu şöyle bir çeviriyorum. Bazen hiçbir faydası olmuyor, bazense biraz rahatlatıyor.
Bir yandan ofise giderken daha sakin geçen günlerimi özlüyor; ama trafik çekmediğime şükredip yine evden çalışmanın olumlu yanlarına odaklanıyorum. Bu şekilde günler geçiyor işte, saymayı bıraktığım günler…