[Dar]Alanlar

[Dar]Alanlar

Covid sonrası kendime notlar

Covid sonrası kendime notlar

PCR test sonucu pozitif çıkmadan 2 gün önceydi. Tüm yorgunluğa rağmen sabahın köründe toplantı için yerimi almış, sevdiğim bir şarkıyla güne hazırlanıyordum. Şimdi o güne, hatta bir gün öncesine gitsem, kendini böyle paralamadan önce biraz nefes al, kendini dinle, kendine iyi bak derdim. Enerjini ve gülümsemeni kaybettiğinde, geri gelmesi için bu kadarcık çabadan daha fazlasını harcaman gerekiyor çünkü. Kendini ve kendi menfaatini arkada bir yerlerde değil, tam merkezinde tutman gerekiyor bu farkındalıkla hareket etmek için de. Bunu bencillik sanıyor olabilirsin; ama değil. İnan bana, hiç değil. Bu, herşeyin başında kendine sorumluluğun olmalı, bunu sakın unutma.

*

Virüsün kayıtlara geçtiği o hazin gün şokta gibiydim. Neredeyse iki buçuk yıl kendisinden kaçtıktan sonra içten içe bana hiç bulaşmayacağını düşünüyordum belki de. “Bu gerçek mi?” diyerek telefona gelen mesaja baktım. Ardından Bakanlık’tan gelen telefonu yanıtladım ve 1 hafta raporlu sayıldım. En gür sesimle ve onları rahatlatacak şekilde, aileme durumu haber verdim.

Şimdi, aradan iki haftadan fazla zaman geçtikten sonra içimde kocaman bir boşluk oluşmuş gibi hem yorgun hem üzgünüm. Ucuz mu atlattım, başa gelen çekilir mi ya da maskeyi çıkarmamak mı lazımdı… Hiç halim yok bunları düşünmeye. Gönül yarası derler ya, aşktan sevdadan değil ama yine gönülden, taaa gönlümün orta yerinden yara almış gibiyim. O yüzden iyileşemiyor sanki bedenim.

Fiziken iyi olmam gerekir artık, diyorum; ama bir uyanıyorum ki yataktan kalkacak halim yok. Vitamin al, birşeyler iç, diyor arkadaşlarım. Hepsini yapıyorum. İki haftadır her gün vitamin içiyorum. Antibiyotik verdiler içtim, zencefilli ballı macunlar yalayıp yuttum. Burun yıkama diye bir şey verdiler, burnumdan solüsyonlu sıvılar dökülünceye kadar fışır fışır ondan çektim. Durup dururken hapşırmaya başlıyor, öksürük krizine giriyorum yine de. Bu kadar yıkıp döktüler ki demek beni, bir türlü ayağa kalkamıyorum…

*

İçim daraldıkça, kendime Bebek’te geçirdiğim akşamüstünü hatırlatmaya çalışıyorum. Hasta hasta kendimde o gücü bulabilmiştim. Çıkıp oraya kadar gidecek, yürüyüş yapacak, tostla çay eşliğinde bir bankta oturabilecek kadar iyiydim. O camın yanında oturduğum saatler asır gibi uzun ve çok değerliydi benim için. Aynı Mayıs ayında Bologna’da Piazza Santo Stefano’da ya da Piazza Maggiore’ye çıkan sokakta geçirdiğim saatler gibi. O kadar belirgin ki hafızamda. İyi ki gitmişim, iyi ki bu anları tüm benliğimle hissederek yaşamışım. İyi ki dediğimiz zamanlar, zor günlerimizde sığınağımız oluyor adeta, değil mi…

*

Zamanı istediğin gibi daraltıp uzatamıyorsun hasta olunca. O kendi seyrini izlemek istiyor, sen bir an önce geçsin istiyorsun. İlaç içmenin bile bu zamanı öne çekemediği durumlar olabiliyor. 5 günde toparlarsın diyorlar, olmuyor; bir hafta sürer diyorlar, uzuyor, 10 gün, derken 15 gün oluyor… Nasılsın dediklerinde ilk güne göre daha iyi belki; ama illa bir önceki günden daha iyi olmuyorsun. Günler birbirini kovalıyor, günlerce evden çıkmamak bile anlamını yitiriyor. Balkonda oturabilecek kadar iyi hissettiğinde, o 5-10 dakika sana bir ömür gibi yetiyor.

Bir an unutuyorsun, iyi hissettiğini düşündüğünde lavaboyu ciflerken ve ortalığı toplarken buluyorsun kendini. Ardından battaniyenin altına girip uyumaya çalışıyorsun. Bazen gözlerini açtığında başının ağrısı tamamen geçmiş, sanki hafiflemiş gibisin, o kadar güzel bir his ki bu. Bazense uyurken olmayan bir ağırlık yüklenmiş gibi kalkıyorsun, tatsız, keyifsiz. Bir anın bir anına uymaması böyle bir şey sanırım.

*

Bu yüzden, bir Pazar öğleden sonrası, birazcık bile iyi hissediyorsan, en sevdiğin şekilde kendine sade Türk kahvesi yapmalı. Kokusunu alabiliyorken mis gibi içine çekmeli. Yanında belki ufak bir çikolata ve okuduğun romanlardan biri, mavi berjere oturup keyfini sürmeli. Görebiliyorken okumalı, duyabiliyorken sevdiğin müzikleri dinlemeli. Olabilirken oldurmalı, gülebiliyorken gülmeli ve sesin kısılmamışken bağıra bağıra şarkılar da söylemeli.

*

Kendine bakım sorumluluğun her şeyin başında; bunu hasta olup tek başına bununla başa çıkmaya çalışırken daha iyi anlıyorsun. Bol sıvı tüketmek adına, kurulu saat gibi, yudum yudum su içmeyi öğreniyorsun mesela. Ağrılar arttıkça dikkatini dağıtmaya çalışıyor, sıcak duşa giriyor, sıcak su torbası yapıyor, bacaklarını aromatik yağlarla ve ayaklarının altını Vicks’le ovuyor, dizlerinin altına yastık koyup yükselterek kalçanın ağrısını hafifletmeye ve uyumaya çalışıyorsun. Adaçayı kaynatıyor, buğuseptil buharını burnuna çekiyor, nane yağlarını yastığa damlatıyorsun. Hiçbir şeye halin olmasa bile kendine elma – portakal doğruyor, kekik çayı yapıyor, tuzlu sular ve karbonatlı gargaralardan şifa bekliyorsun.

Hadi bakalım, diyorsun, hadi bakalım biraz daha sabret, geçecek. Hadi bakalım, kimbilir bu gece nasıl geçecek, kaç kez kalkılacak. Hadi bakalım, ateşin yok, buna da şükür. Hadi bakalım, bu kaçıncı gün, daha iyi olacak. Hadi bakalım…

İnsan, aynı anda hem fiziken iyi gibi hissederken hem de ağrılarla can çekişir gibi olur muymuş, Corona bana bunu gösterdi. Ağrı kesici almamakla gurur duyan, ilaçlara daha iyi cevap vereceğini düşünen ben bile hapı içtikten en fazla 3 saat sonra geri dönen ağrılara anlam veremedim. Bu ağrılar, bir de öksürük, şu yaşa kadar şükür ki pek tanıklık etmediğim iki eziyet unsuru olarak hayatımın ortasına yerleştiler. Ağrılar 3. günden sonra azalarak geçti; ama öksürük ikinci hafta bitmesine rağmen tam gaz devam ediyor. Umarım o da yakamı bırakacak ve özgür kuşlar gibi kanat çırpacağım yarım kalmış hayatıma.

*

Ben antibiyotikten bu kadar kaçarken, ilk kutu işe yaramayınca daha kuvvetlisini verdiler. Prospektüsteki uyarılar korku filmine benzetilebilir. Kalp ve karaciğerden, tendon yırtığına, psikolojik problemler ve intihar eğilimine kadar yine yok yok içerisinde. Kullanmaya başladum mecbur… Yeter ki şifa olsun da… Akşam içersem daha rahat olur dedim; ama öyle tuhaf bir kafa yapıyor ki gece beni uyandırabiliyor, vertigo gibiyim, sersemlik o derece, üstüne mide bulantısı ve her hücremi hisseder gibi bir duyarlılık… Aniden giren ağrı, kramp ve aritmiye dikkat ederek iyice kendimi de dinlemeye başladım. Çok tuhaf.

*

Haziran ayını düşününce “keçinin istemediği tüy dibinde bitermiş” deyimini defalarca yaşamış gibi hissediyorum.

Büyük ihtimalle virüsü aldığım günü ve aynı gün yanımda tüten baca borusunu hayatım boyunca unutmayacağım. Dumanaltı olmanın en kötüsünü yaşadım diyebilirim. Nefes alamayacak ve burnumun içi sızlayacak kadar…

İnsanın basireti bağlanır derler ya, nedense sigaraya bile tahammül edemeyen ben o ağır dumanı 10 cm mesafeden alıp, yine de yerimi değiştirmeyi akıl edemedim.

Ya da her yere maske takarak giden ben, uçaktan yeni inmiş farklı coğrafyalardan 20+ kişiyle kapalı bir toplantı odasında dip dibe maskesiz iki gün geçirdim. Aralarında hapşıran öksüren olmasına rağmen…

Maske takmayı bıraktığım gün virüsü kapmam zaten manidar. Evet, artık herkes virüs yorgunu, sıkıldık falan ama ortasını da bulamadık. Açılınca tam açıldık. Hiç ciddiye alınmıyor yahu. Etrafta kimsede maske görmeyince tek başına takmak tuhaf geliyor. Bir yandan da “maskeyi çıkar, geçir de bağışıklık olsun”, “3 günde ayakta geçiyor artık”, “Corona mı kaldı yaa” diyen şuursuz arkadaşlar var tabii… Cem Yılmaz’ın fıtık esprisine döndü neredeyse Corona, “benim kaynımda da var”. Ama işte, ne yaşarsan kendin yaşıyorsun. Hayatın her alanında olduğu gibi senin tecrüben sana ait, başkalarına ne bakıyorsun…

*

“Geçmiş olsun” dileklerinin, arayarak ya da mesajla hal hatır sormanın, “bir şeye ihtiyacın var mı” demenin, kapıyı açınca sıcak elma çayı ya da çorba, bir kase sütlaç ve taze meyvelerle karşılaşmanın, ilgi ve sevgi almanın güzelliğini hastayken daha iyi anlıyorsun. Kalpten olan her şey gibi bunu da incelikle yapan herkes, iyi ki hayatımda…

*

Bugün markete gidip sapsarı bir buketle döndüm eve. Seviyorum merkez! Ayçiçeklerini tabii ki. Ben ayçiçeklerine gidemeyince, onları bana getirdim bugün. En sevdiğim çiçekler diyebilirim, o kadar güzeller ki… Tek taşımı değil; ama geçmiş olsun çiçeklerimi de ben aldım kendime.

Biraz umut olsun, şifa olsun, güzellik ve sevinç olsun diye.

Yakın gelecekte daha neşeli yazılarda görüşmek üzere, sağlıkla…

VN:F [1.9.22_1171]
Rating: 0.0/10 (0 votes cast)
VN:F [1.9.22_1171]
Rating: 0 (from 0 votes)
Share


Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

* Copy This Password *

* Type Or Paste Password Here *

error: Content is protected !!