Bir hayat,
Bir parça baharat, bir tutam tuz gibi.
Deniz suyu, gülkurusu, dağların pusu gibi,
Bulutlardan düşen bir damla
Nehirde zıplayan bir balık gibi.
Bir hayat,
Upuzun bir ipte yürüyen iki cambaz gibi.
Biri ruhunun derininde, biri buzdağının yüzeyinde
İki yabancı, iki ayrı gönül gibi.
Yaşamak, bu lunaparkın tantanasına kaptırmışken
dönmedolabın tepesinde asılı kalmak gibi.
Her şeyin geçmişin tekrarı olmasından usanmak,
Öyle olsun istemesen de, yalnızlıkla sınanmak gibi.
Yaşamak,
tenime Güneş değince yüreğimin de erimesi gibi.
Bir mevsimden diğerine, yakar top oynamak,
Hiç gitmediğin bir sirkte aslan terbiyecisi olduğunu düşlemek gibi.
Rüyaların, bazen o kadar ıssız, o kadar korunaklı,
Bazense yalınayak koşarken tökezleyip yere yapışmak gibi.
Hiç uyanmadığın bir gecenin şafağını özlemek,
Özlemle her bakışında bir Hayal’e karışmak gibi.
Ömrün, dikenli teller arasında açan tek bir gelincik.
O kırılgan bakışların altında duru bir sessizlik;
Yanıltan bir güvenle içten bir gülümseme gibi.
Sevmek,
dilini bilmediğin bir ülkeden gelsen,
birkaç yüzyıl önce doğsan,
hatta yan yana bile oturmadan da,
asırlardır el ele tutuşur gibi.
Sen, güzel çocuk,
kaybettiğim günlüğümde bir sayfa,
yağmurda silinen bir mektup gibi.
Bir parça baharat, bir tutam tuz,