Ben tam sahilde bir banka oturmuşken, elini hafifçe kaldırıp bana bakarak “iyi bayramlar” dileyen kadın sanki yalnızlığımı paylaşır gibi. Tempolu adımlarla önümden geçip yürüyüşüne devam ederken düşüncelere dalıyorum. Sanki bayramın ilk gününde sabahın erken saatlerinde burada karşılaşmamızda bir anlam bulduk. Yalnızlığımızı kabullenip saygı duyduk bir an.
Bir küçük termos çayım var. Beyaz çay hem de. Sabah demledim.
Denizin katlanıp dökülmesini izliyorum rüzgarda.
Boynuma şalımı sarıyorum, enseme doğru esiyor poyraz; ama kollarıma güneş vuruyor. Isındım. İçim ısındı bu güne.
Düşündükçe yorulduğum her olumsuz cümleyi fırlatıp atıyorum.
Zaman karşısında ne oyunlar oynarsak oynayalım, bir gün bizi köşeye sıkıştıracak. İşte o gün gelip çattığında kapıyı güleryüzle mi açarsın geçmişine yoksa “evde yokuz” mesajı mı koyarsın telesekretere? Önemli olan bu galiba.
*
Aren’t we all drifters of this world
a little scared
a little disappointed about
whom we’ve become.
*
Drinking tea
on a bench
near the sea
listening to
“when you say nothing at all”
and “she maybe the reason I survive”
and “how can you mend a broken heart”.
*
Uzak ülkelerde bu gün yağmur ve karayel var.
Burdaysa güneş ve poyraz.
Yalnız başına yaşadığın sürece
Hangisi daha iyi bilmiyorum.
*
Uçuk kaçık gölgeler ormanında
adını bilmediğim bir canavar
tutsak aldı
hayallerimi.
Artık düş kuramıyorum.
Penceresiz bir zindanda
kapalı tutuyor bedenimi.
Ruhum aşıp kaçsa da buralardan
hayallerim olmadan hiç dilek tutamıyorum.
Dilemediğim sürece de
burdan çıkmanın yolunu bulamıyorum.
*
Once in a lifetime
you see the unforeseen
you imagine a future never dreamed of
skies you paint and the lands you build
the green
the blue
and white clouds
all over.
*
drifters of this world,
