Günaydın yeni gün! Dün akşam otel resepsiyonunda yaşadığım tatsızlıktan sonra bir an önce yeni şehre gitmeye hazırım. Brescia hazır mısın?
Sanki Bergamo tren istasyonu 5 dk mesafede değilmiş gibi heyecanla ve tempolu adımlarla yürüdüm. Arkamdan atlı kovalamıyor belki; ama sabırsızlandığım kesin. Sıra beklemeden biletimi aldım, yeşil minik kutuda onaylattım ve platforma yürüdüm.
Henüz peronda benim dışımda bir çift var sadece. Henüz çok erken zaten. Geç kalmak yerine erken gitmek iyidir. Her şey yolunda giderse 09:06 treni ile 10:03’te Brescia’ya varmayı hedefliyorum. Hadi bakalım göreyim seni Trenord. 🚃
Sevgili dostum Trenord beni üzmedi ve vaktinde geldi. Bekleyen kalabalıkta bir nebze artış olsa da tren zaten boş, herkes istediği yere oturdu. Ben de cam kenarında bir koltuğa yerleştim, bavulumu da yanımdaki koltuğun önüne çektim.
Trenin kalkmasını beklerken rayların arasından öbek öbek fışkıran güzelim gelincikler dikkatimi çekti. Türkiye’de görme şansı bulamamıştım, burada coşmuşlar. Çok güzelsiniz Nisan güzelleri, seviyorum sizi.🌺
Trende çaprazımdaki koltuğa bir kadın oturdu, karşılıklı gülümseyerek selamlaştık. Kısa bir süre sonra telefonunu çıkarıp koltuğun altındaki prizlerden şarj etmeye çalıştı ama sanırım bozuktu. Kalkıp diğer tarafta bir yerde denedi. Kalkarken gazetelerin ekini yere düşürdü ve farketmedi. Ben alıp verince gülümsedi, inene kadar da okumaya devam etti.
Konaklama: Novotel Brescia 2
Brescia’daki otel, tren istasyonunun arkasında, şehir merkezine biraz uzaktı. Normalde daha merkezi yerler seçerim ama sanırım yorgunluk ya da yoğunluktan dalgınlığıma gelmiş. Parkın içinden çakıllı yolda çekçek bavulla gitmek de zor oldu; ama en azından 10:30’ta bavulu otele bırakmış, şehri gezmeye hazırdım. Hadi bakalım diyerek hemen kapı girişindeki banka oturdum ve ne tarafa yürüyeceğime karar vermek için hızlıca haritaya baktım. En başta haritanın sağ alt köşesinden başlamayı, daha sonra kuzeye ve batıya doğru ilerlemeye karar verdim.
Meydanlar ve sokaklar
- Kendimi sokaklara bıraktım, gelişigüzel girdiğim sokaklarda şehri tanımaya çalıştım. Şansıma hava fena değildi. Ama neredeyse her yer kapalı gibiydi. Dünkü Paskalya’nın devamı tatil miydi bilmiyorum; ama dükkanlar kapalıydı. Beğeneceğimi düşündüğüm butiklerin vitrinleri bile çekici gelmedi böyle kapalı olunca. Hele benim şehre indiğim saatlerde sanırım insanlar daha uykudaydı, etrafta garip bir ıssızlık vardı.
- İlk adım attığım Piazzale Arnaldo meydanında bir restoran daha yeni yeni masalarını yerleştiriyordu. Oh, demek ki yavaş yavaş açılacak, diye kendimi telkin ettim. Yorgunluk ve açlıkla mücadele etmek zorunda kalmamak için ilk bulduğum açık yerde mola verdim. Vitamin olsun diye portakal suyu ve yanında sandviç ile güne başladım. Cafe Epoque. Önümden geçen kombo tabaklar, kokteyl ve içecek servisi ise aklımı başımdan aldı. Hani erkendi sevgili Brescia halkı, uyananlar da direkt partilemeye geçiyor bakıyorum. Cidden, burada başka bir zaman kalabalık bir arkadaş grubu ile buluşmak isterim.
- Yürüyerek Müze’ye devam ettim; ama girmek istemedim. Ordan yukarı kiliseye çıkan patika aynı zamanda Kale’ye devam ediyordu. Ben de kendimi bir anda Kale’ye tırmanırken buldum ki açıkçası gitmek üzere haritada işaretlememiştim bile. Ama bir işe başladı mı arkasını getirmeden bırakamayan Nilly Kale’nin giriş kapısına kadar azimle çıktı. Dışarıdan gördüğüm kadarıyla kale de muazzam bir şeydi. Kendi içinde de tırmanışı sürüyordu ki hem özellikle ilgimi çekmediği ve beni heyecanlandırmadığı hem de gezinin devamı için enerjimi tutumlu kullanmak istediğimden biletli geçilen noktanın hemen öncesindeki panoramik seyir alanında bu yürüyüşü noktaladım. Sonra yarı patika yarı merdiven inişe başladım ki neyse ki iniş daha rahat ve hızlı oldu.
- Bir anda kendimi ana caddede buldum, sağa dönüp içinden geçtiğim P.za Tito Speri adındaki küçük meydan ve kafe şirindi. Belli ki kaleye çıkmadan ya da inişte uğranılan bir yer olmuş burası.
- Peşinden hem öğle sıcağı ve güneş hem de iç içe geçen meydanlarda hangi yöne gittiğimin izini kaybetmemle yürüyüşüm biraz sersem bir hal aldı. Piazza della Loggia, P.za Paolo VI, Piazza della Vittoria ve nihayet Piazza Mercato‘da bir mola vermem gerektiğini anladım. Artık bayılacak gibi olmuştum.
- Açık olan sayılı yer olduğu için oturacağım mekanı seçmem zor olmadı. En kalabalık aile/arkadaş sofraları kurulmuş olan Cecosteria‘ya gözümü kestirdim. Yemek yerine bir şeyler içmek istediğim için masa yerine yüksek iskemlelerden birine oturdum ve siparişimi sonunda İtalyanca vermeye cesaret edebildim. Çiftler, dört yaşlı teyzenin tahminen yıllara dayanan dostluğu, büyük ihtimalle kutlama için bir arada olan 10-12 kişilik grup… Keyifli gözüküyordu hepsi de. Koyu renk kolormatik camlı çerçevelerinin ardından beni seyreden teyze ne düşündü bilmiyorum; ama birkaç saat sonra başka bir sokakta tekrar karşılaşacaktık. Gölgede, içeceğim ve cipsimle mutlu, etrafı izleyerek dinlendiğim bu kısa molanın sonunda hesabı ödemek için içeri geçtim. Kasadaki amcanın sorusu üzerine İstanbul’dan geldiğimi söyledim. İnanılır gibi değil ama adamın yüzünde güller açtı. Bir tanıdığı da Erasmus için ordaymış. Nasıl sevindi anlatamam, kasanın arkasından yanıma geldi, elimi sıktı, iyi yolculuklar diledi.
- Torre della Pallata güzel. Ardındaki meydan ve orayı kaplayan masalar ve şarkı söyleyen şen insanlar da… Via delle Battaglie‘de şarkılar çınlıyordu duvarlardan. Sonra Garibaldi yönünde devam ettim ve enterasan bir şekilde sıcaktan ve hararetten canım dondurma istedi. Bunun neresi enterasan diyebilirsiniz ama ben senede en fazla 1-2 top dondurma yerim, hiç aradığım bir şey değildir. Elimde limonlu top dondurma keyifle etrafa bakınıp yürürken önümde küçük adımlarla yürüyen rastalı kız çocuğunu farkettim. Heyecanla bir binanın önünde park etmiş arabaya doğru yürüyordu. Annesi yavaşlamasını istese de ara ara annesine dönüp bakarak yürümeye devam etti. Onu bu kadar heyecanlandıran ise, sahibinin arabadan indirdiği köpeği sevmek istemesiydi anlaşılan. Üstü başı eski püskü ve kirli bu kız çocuğu ile pahalı jipinden inen şık giyimli kadının iki yandan köpeği tutup sevmeleri ve gülümsemeleri… Hayatın uzak noktalarının yakınlaştığı anlardan birini temsil etti gözümde.
- Böyle böyle dolaşıp dururken, tabii ki her zamanki gibi haritaya bakmayı da bıraktığım için kendimi tekrar Mercato’da buldum. Bir banka oturup kendi kendine müzik çalıp dönen atlıkarıncaya ve karşı bankta oturan teyzeleri izlerken dondurmamı da bitirdim.
- Bu arada meydanlar arasında Piazza della Vittoria – Stefano Bombardieri’nin tavandan sarkan gergedan heykeli ilginçti. “Il Peso del Tempo Sospeso – Rinoceronte” (The Weight of Suspended Time – Rhinoceros), havada sallanışıyla sembolik bir şekilde zamanı tasvir ediyor.
- Piazza del Duomo‘da Cathedral of Santa Maria Assunta ve Duomo Vecchio’yu ziyaret ettim. Biraz daha dolaşıp La Piadineria‘da bir şeyler atıştırdım.
- Biraz daha bakındıktan sonra otele dönmeye karar verdim. Yarın da yeni bir tren yolculuğu beni bekliyordu. Piazza del Mercato’nun yanından doğru dümdüz ama uzunca yolu arşınlayarak çok şükür otele geldim.
- Bavulum zaten resepsiyondaydı, artık odaya giriş de yapabilirdim. Konforlu bir oda, ılık bir duş, rahat terlik ve bornozla su ikramından dolayı gayet memnun, kendimi yatağa bıraktım.
Sonuç olarak:
- Bu gün 23.323 adım yürüdüm. 👣
- Brescia, bana Fransız havası veren bir şehir oldu. Neden böyle bir etki hissettim, bilmiyorum ama bunu çok net farkettiğim için dönünce araştırmak iyi olabilir.
- Sabah treniyle geldiğim ve seni rotaya alıp biraz gezebildiğim için çok mutluyum güzel Brescia. Paskalya sebebiyle çoğu yer kapalı olsa da pek hoşsun, cıvıl cıvıl. Zaten butikler ve dükkanlar da açık olsa bak bak bitiremezdim seni 1 günde. Sevdim seni! 🤍