Hayatta bir yol ayrımına geldiğini fark ettiğin an, bekle ve bir an için düşün.
Hayatta seçtiğin yol, ne dersen de, senin tercihin.
Çevresel etkenler, engeller, hatalar, duygular, sorumluluklar…
İyi de, seçimlerini yaşayan sensin sonuçta -ömründe tek bir an için bile olsa.
Bahaneden bol bir şey yok ayrı; ama ne pahasına olursa olsun dağları aşan da var, mağarasından çıkmayan da.
Seçim senin.
Nokta.
Bir serzeniş olabilir belki bu. Akşam ayazında evine koşa koşa gitmiş, asansörü sabırsızlıkla beklemiş ve çıkacağım katın düğmesine aceleyle basmış biri olarak söylüyorum ki, hafif bir serzeniş var bu yazıda.
Çalakalem yazılmış bir sitem mektubu değil elbet; ama ansızın içinizi ürperten bir serinlik gibi, en dalgın anınızda omzunuza hafifçe dokunulduğunda bile yerinizden sıçramanız gibi. Hem tedirgin, hem masumane, öyle bir hâl var bu yazıda.
Telaşla girdiğim apartman dairesinde ayakkabılarımı çıkarıp hole ilk adımımı atarken etrafa hızlıca göz gezdirdim. Her şey bıraktığım ve hatırladığım halde. Benden sonra kimse gelmemiş ki, herhangi bir şey değişmiş olsun. Farkında olmadan, kulak kabarttım bir ses duyar mıyım diye… Ama ne mümkün. Çıt bile çıkmıyor bu evde. Sırf bu yalnız karanlığı dağıtmak için “Hoş geldin!”, dedim kendi kendime. İçimden değil bu kez, gayet apaçık seslice.
Çantalarımı ayakkabılığın yanına koyup aralık bıraktığım kapıya yöneldim. Komşu daireden de ses gelmiyor. Kapıyı açıp benimle sohbete başlasa ne güzel olurdu aslında. Kendi kendime konuştuğumu duymuş olabilir mi – tesadüf bu ya, kapının arkasındayken tam o, yakalanmış olabilir miyim gözlerinin hapsine? Kıvırcık sarı saçlı kızı ne yapıyordur acaba şimdi? Uykudan önce masalını dinlemiş midir? Bir gün kapılarını çalsam da, bir kucak dolusu oyuncak götürsem “Benimle oynar mısın? Ben kendi kendime oynamaktan çok sıkıldım” desem…
Bazı akşamlar kendini dar atarsın evine ve sessizlik de, yalnızlık da, karanlıkta yaktığın birkaç mum da o kadar iyi gelir ki… Bazen bir şarkı mırıldanırsın, bazen o mırıldandığın şarkıyı çalıp dinlersin, radyoda klasik müzik ya da birkaç arya duyup ürperirsin. İçin öyle büyük bir aşkla dolar ki yorgunluğunu bir anda üzerinden atar, kendi kendine gülümsersin.
Ama bazen de, işte o belirsiz bazı akşamlarda da apansız bastıran sağanakta sırılsıklam kalmak gibi yakalanıverirsin düşüncelere… Kapılıp gidiyorum, der gibi hiç olmayacak şeyler gelir aklına. Bir biri ardına… Rüyalar mı, hülyalar mı, adına ne dersen de, gözlerin kararır, başın bulutlanır. Kulakların çınlamaya başlar ya, işte o zaman hayatının tüm suretleri dizi dizi geçmeye başlar önünden. O suretler ki hayalle gerçeği karıştırmanda, bir şeyleri, birilerini, başka türlü sanmanda, şimdi dönüp baktığında çok yazık etmişim, diyip hayıflanmanda yer tutarlar.
O suretlerden biri al olur, biri yeşil. Biri ela gözler çizer, biri sarı uzun saçlar. Biri ürkek, biri yalancı, biri hain, biri çapkın olur. Onlar yedi cüceler olmasa da sen Pamuk Prenses olursun bu masalda. “Ayna ayna, söyle bana”, dediğinde bir diğer suret, ayakkabının tekini düşürüp seke seke balo salonundan kaçan Külkedisi ile arkadaş olursun.
Bu serzeniş bir Prensle ilgili değildir aslında. Yedi cücelerle de Külkedisi’yle de ilgili değildir. Pamuk Prenses’likle de mutlu olabilirsin. Ama işte yine de geçip giderken yılların, “Merhaba! Hoş geldin!” diyerek kapını açan olmadıktan sonra vahalar bile kurak, gündoğumları bile karanlık gelebilir insana.
Bitmesini umutsuzca beklediğin ne kadar olumsuz duygu / algı / gün / olay varsa nasıl çoook uzun sürüyormuş gibi gelirse sana,
güzel bir seyahat,
uzak bir deniz kıyısı,
yakın ama saklı bir göl,
bir ağaç altı ve bir kedi bakışı da o kadar kısa, o kadar hızlı, o kadar ansız…
Ansızın seslenesin gelir, içinde kopan bir feryat gibi.
Gelmedin!
Oysa bekledim.
Biliyorum, kötü niyet yok bunda. Benim iyiliğimi ve mutluluğumu istiyorsun.
Bana yer açamadığın bir ömrü yaşamayı tercih ettiğin gibi, benim de kendi yolumda yürüyebilmem için koltuk değneklerimi aldın ve yanımdan ayrıldın belki de.
Beni benle bırakarak (sadece birkaç kanat çırpmaya yetecek kadar nefesi kalmış) bir beyaz güvercini gökyüzüne bırakır gibi umutla baktın. Biliyorum ki, o güvercinin tek başına uçmaktan yorulduğunu fark etmedin. Gözlüklerini takmadığın için belki de satır aralarını göremedin.
Alıp başımı gideyim, dedin.
Ben de gelsem, dediğimi duymazlıktan geldin.
Ve hepsi iyiliği içimdi – ki haklıydın.
Ne yazık ki başkalarının iyiliği adına hem onlara hem kendimize büyük kötülükler yaptığımızı henüz bilmiyordun.
Hayatta bir yol ayrımına geldiğini fark ettiğin an, bekle ve bir an için düşün.
Hayatta seçtiğin yol, ne dersen de, senin tercihin.
Çevresel etkenler, engeller, hatalar, duygular, sorumluluklar…
İyi de, seçimlerini yaşayan sensin sonuçta -ömründe tek bir an için bile olsa.
Bahaneden bol bir şey yok ayrı; ama ne pahasına olursa olsun dağları aşan da var, mağarasından çıkmayan da.
Seçim senin.
Nokta.
19 Kasım 2013
Bir Serzeniş,