Bir küçük anıyla bir destan yazabilir insan.
Adım attıkça, korkmamayı öğrenir.
Gülümsedikçe ürkmez yalanlardan.
Bir küçük adımla tanır insan.
Ufacık bir söz bile bırakır izini.
Şafak sökmeden, aydınlanır akıl
Anlar
dost’la el’in,
içtenlikle zarafetin
farkını.
Bir şeyin yok senin, sadece naifsin,
dedi bana.
Olduğun gibisin, için dışın bir.
İçtensin, samimisin.
Oyunları bilmiyorsun, hiç, dedi.
Ufff ille de oyun oynamam mı gerek, dedim.
Doğru insanla olduğunda, gerekmez elbet, dedi.
Ama bu ortamda… Naif olmana gerek yoktu, dedi.
Bir küçük adım attım ve tanıdım:
Kim, kimdir;
yanımda mı durur, uzaktan mı izler,
ilgili gibi gözüküp bencilce mi gider…
Anladım, bildim.
Bencillik, bazılarının dünyası,
yerkabuğunun tam merkezi.
Sense bu saflıkla dökmüşsün ortaya
tüm heyecanları.
Kanıksamış işte onlar da zamanla.
Öyle benimsemişler ki hatta
seni olmadığın biri yapıp
başkalarına da o yarattıkları
seni anlatmışlar.
Gerçekle onlardaki yansımam, seni bile şaşırtmış…
Böyleymiş işte küçük bir an,
büyük bir yalan.
Bir dost değil,
olsa olsa
kabullenip
yoluna devam edeceğin
bir insanmış o da sonuçta,
kusurları ve hatalarıyla.
Derin bir nefes aldım.
Tanımayı sevdim.
Sormayı sevdim.
Farklı olduğumu
nihayet kabul ettim.
Hoş geldin yine huzur.
Hoş geldin, sevinçlerim.
Hoş geldiniz,
mavi gök gibi yüksekten uçan umutlar,
gün gibi parlayan rüyalar…
Ve artık,
gerçekten,
iyi-geceler…
Küçük bir an(ı),