Geçtiğimiz haftalarda aldığım eğitimlerinden birinde Patrick Lencioni’nin The Five Dysfunctions of a Team kitabı üzerinde durduk. Eğitim sırasında Lencioni’nin ağzından bir ekibi işlevsiz kılan 5 ana unsuru dinlerken birinci sırada yer alan Güven Eksikliği (“Absence of Trust”) beni tabii ki şaşırtmadı.
Temelleri güven üzerine atılan bir sektörde yetişmiş, mesleğini hep bu sözcüğün etrafında icra etmiş bir profesyonel olarak benim kişisel tarihimde de güven çok özel bir yerde durur. İş arkadaşlarımla kurduğum ilişkiyi irdelerken, bir koç ya da mentor olarak danışanlarımla güven ortamı oluştururken ya da büyük bir iştahla incelediğim liderlik çalışmalarından dersler çıkarırken bu başlığı ayrı bir yerde tutarım. Hatta üç yıl önce yazdığım yazıda da bu konu öne çıkmıştır.
Güven meselesini araştırırken karşıma çıkan makalelerden biri Dalai Lama’nın bir sözü ile başlıyordu: “Güven kazanmak için para ve güç yetmez; başkaları için de endişelenmeli, başkalarıyla da ilgilenmelisiniz. Güveni süpermarketten satın alamazsınız.”
Özellikle iş hayatında liderlik ve güven ile güç sözcükleri sık sık birlikte kullanılsa da gerçek anlamda bir güven ilişkisi inşa etmek için güvenin “kazanılması” gerektiğini de sıkça duyarız. Peki, güven nasıl kazanılır? Tanımlanması, tarif edilmesi, korunması ya da tekrar inşa edilmesi bu kadar zor kavramlardan biri olan güven için hangi nitelikler gereklidir?
İster aile fertleri ya da arkadaşlar arasında, ister bir kurum çatısı altındaki çalışanlar arasında ya da iş dünyasında farklı paydaşlar arasında olsun, insan topluluklarını bir arada tutan en temel unsurlardan biri şüphesiz ki güven. Yukarıda referans verdiğim makalede bir güven ilişkisi kurmak için sahip olunması gereken nitelikler arasında güvenilirlik, şeffaflık, yetkinlik, samimiyet, adil ve açık olmak yer alıyor. Belki de güvenin çok kolay tesis edilememesi; ama hızla kaybedilmesi de bu niteliklerin gücünü ve taraflar arasında karşılıklı olarak korunmasının zorluğunu gösteriyor.
Okuduğum yazılarda, güven kazanmanın bir parçası olarak iki kavram özellikle öne çıkıyor. Bunlardan birincisi, özgüven yani kendine güvenmek, diğeri de kişinin çevresiyle müşterek güven ilişkisi kurmak için özen göstermesi. Şeffaf, samimi ve açık davranmak belli bir seviyede kırılganlık da içereceği için özgüven kişiyi destekleyen bir unsur olarak da düşünülebilir. Çaba ve emek vermek ise net ve tutarlı olmanın ve bağ kurmak istemenin göstergesi sayılabilir.
Bir kurum içinde güven ilişkisi kurmaktan bahsediyorsak, bunu çalışanlar arasında, çalışan ile yöneticisi ve aynı şekilde yönetici ile çalışan arasında sağlamamız gerektiği açık. Yine kurumsal yapılar için düşünürsek, yukarıda sayılan niteliklerin hepsinin sağlıklı bir şekilde ortaya konulması özellikle hiyerarşik tanımları kuvvetli organizasyonlarda çok güç olabilir. Kaldı ki, bu nitelikler sağlıklı bir özgüven ile desteklenmediğinde ya da bireysel/kurumsal değerler sistemi içerisinde yer almadığında pratik edilmesi zorlaşabilir.
Ancak unutmamalıyız ki hayattaki birçok şeyde olduğu gibi güven de sabit kalmaz, azaldığı gibi artabilir, bozulduysa tekrar kazanılabilir. Belki bu küçük hatırlatma ile Patrick Lencioni’nin kitabında yer verdiği Güven Eksikliği maddesi için biraz daha umutlu olmaya başlayabiliriz. Güven kavramının sağlıklı ilişkiler, etkin ekip çalışması ve organizasyonun başarısı için ne kadar önemli olduğunu dikkate alarak bu konuyu önceliklendirmek ise her liderin görev ve sorumluluğunda olmalı.