Samimiyeti köşe bucak aradığın zamanlarda tüm yollar o sessiz dağ evine çıkıyor.
Ne kadar az şeye ihtiyacın var aslında, hava gibi, su gibi… Önemli değil aslında hiç kimse, hiçbir şey, hiçbirimiz… Ne zaman unuttuk, ne zaman hatırlayacağız, ne kadar vaktimiz kaldı, bilmiyoruz…
Vadinin ortasında başına buyruk bir Cumartesi günü. Saati anlamak için güneşe ve gölgelere bakmam yeterli. Tam olarak sessiz diyemeyeceğim kadar cıvıltılı, sükuneti hissedeceğim kadar da ıssız bir noktadayım.
Doğanın kalbine yerleşince yaşamın sesini daha iyi duyabiliyorsun aslında. Diğer sesleri kısmana yarıyor bu uzaklaşmalar. Kendini ve hayatın ritmini dinlemeni sağlıyor, burada yaşamın gerçek haline yakınlaşıyorsun.
Saçma sapan sahteliklerse artık senden çok uzakta. Her türlü kuruntu, gürültü, dırdır, yalan, iftira ve bencillik… Değer bilmemeler, kendinden başkasını sevmemeler, yanlış anlamalar, haksızken haklı gözükmeye çalışmalar, Dünya’nın kendi etrafında döndüğünü sanmalar, diklenmeler, emniyet şeridini zimmetine geçirmeler, ne dediğini bilmemeler, söylediğini duymamalar, hiç bir yere varmayan “etkileşimler”, yapaylıklar, cıvıklıklar, hovarda Prenslerle kaprisli Prensesler, hep bi havalar, bi pozlar… Hiçbirine yer yok.