Unutmak değil belki bu; ama adım adım yaklaşıyorum Gönül. Merak etme, dert eyleme kendine, her şey güzel olacak.
Bak işte, bir gün daha geçti. Bir nefes bin nefes oldu. Baksana, hâlâ da atıyor yürek; demek öyle kolay değil durmak. Umudumuz oldukça yaşayacağız elbet. Evet, umutsuz da yaşanır; ama umutla daha güzel yaşarız.
Önce beklemeyi öğreneceğiz seninle. Sınırsız vaktimiz varmış gibi, bu bekleyişe dünden razıymış gibi, asla bıkmadan; ama saate bakmayı da bırakmadan. Her köşede, her sokak ağzında, her bir cadde boyunda bekleyeceğiz. Kocaman bir kesekağıdında ay çekirdeği olacak bir elimizde, diğeri çıt çıt çekirdek çitleyecek. Sen bir ucunda yolun, ben diğer kıyısında bu nehrin, gidecek yerimiz kalmamış gibi bekleyeceğiz. Öyle başkalarının yaptığı gibi yere de atmayacağız kabukları; avcumuzda biriktirip köşe başındaki çöp konteynırına kadar yürüyeceğiz. Sen bir ucunda yolun, ben nehrin diğer yakasında.
Beklemek öyle güzel gelecek ki bize, bırakmak istemeyeceğiz.
Bir başka gün, bu olan bitenle ilgili sorular sormaya başlayacağız. Her şeyi sorgulayacağız seninle. Kendimize bile güvenemediğimiz bir senaryo yazacağız. Tüm alternatifleri çıkarırsak elbet anlayabileceğimize inanacağız. Yıllarca yüzleşmeye hazır hissetmediğimiz ne varsa teker teker önümüze çıkacak. Biz de onları sinema perdesinde akan resimleri izler gibi izleyeceğiz. Gözlerimizi yummak yok, salonu terk etmek yok; her birinin elini sıkıp hatırını soracağız. Onlar da anlatacaklar bize; ne var ne yoksa dökülecek söze. O zaman işte fark etmek ve yüzleşmek neymiş, yavaş yavaş anlayacağız. Bununla da kalmayacak tabii. Bu fark ediş, ağır bir yük bırakacak omuzlarımıza.
Öyle kolay olmayacak. Farklı gözlerle baktığımız bir dünyaya uyanınca, bir süreliğine gerçekliğini kaybedecek yaşadığımızı sandıklarımız, varlığımız, anlam bulduğumuz her şey… Fark ettiklerimiz canımızı yakacak, içimizdeki sesler birbiriyle çatışmaya başlayacak. Suçlamaya çalışacak biri, bir diğeri haline yanıp dizlerini dövmeye kalkacak. Bu karmaşa içinde, deniz kenarında uzun yürüyüşlere çıkacağız. Bize iyi gelen ne varsa onu yapmayı deneyeceğiz.
Böyle böyle günler geçecek Gönül. Öyle bir gün gelecek ki, hiçbir şey yapmamak da bizim seçimimiz olacak. İçimizi acıtan gerçekler parodisi ne zaman süngüsünü çıkarsa, “tamam, buradayım, ne istiyorsun benden?” diyerek gözlerinin tam içine bakacağız. Şaşıracak, kızacak, elbet dönmek üzere yanımızdan ayrılacak. Her defasında geri geleceğini bilsek de, günden güne sesi kısılacak, şiddeti azalacak ve en sonunda süngüsü de kaybolacak.
Olmamasına alışacağız Gönül. Alışmak ve adapte olmak üzerine kurulu bu düzende, biz de alışacağız elbet. Olmamasına rağmen nefes almaya devam ettik ya bunca zamandır, olmamasına rağmen yaşadık ya, elimizde kalan ne varsa ona sarıldık ya.. Daha ne…
İsmini gördüğümüzde içimizde kuşlar şakımayacak, sokakta yürürken uzaktan görmüşüz gibi gelmeyecek, sesini duyarmış gibi yerimizde irkilmeyeceğiz ve her telefon zilinde onun olmasını dilemeyeceğiz artık. Bunun adına da “beklemeyi bırakmak” diyeceğiz. Biraz kabullenme, biraz vazgeçme olacak içinde. O’na dair umutlarımız ve hayallerimizi bırakmanın zamanı gelmiş olacak.
Bırakmak hafifletecek bizi. Belki o yürüdüğümüz deniz kenarından dalgalara bırakacağız, bizden ne kadar uzağa sürüklenirlerse o kadar iyi. Belki bir kutuya hapsedip kalbimizin en kuytu, en ırak yerine yerleştireceğiz. Adını da “Unutmalar Durağı” koyacağız belki. Artık hiç kimsenin beklemediği ve zaten önünden yol da geçmeyen bir durak olacak bu. Kapağı kilitli bir sandık gibi oturacak içimizde, işte biz buna “Unutmak” diyeceğiz.
Ne baldan tatlı, ne de kalıcı bir yara; hatta unutmak da değil belki, sadece bir avunma.
Bunlar sadece benim düşünebildiklerim. Gerçekten neye benzer, bilmiyorum Gönül. Bu adımların her birini geçebildim mi, hiç yaşadım mı ben bunu… Unuttum mu gerçekten? Yoksa unutmayı umarak yaşamaya devam ettim de adını bazen umut bazen unutmak mı koydum…
Bilmiyorum Gönül; ama sanırım Unutmak, saf, yalın ve kaygısız olacak. Karşılıksız bir sevgi gibi içini çekip durmayacak ya da telaşlı bir anne gibi pencere pervazında beklemeyecek. Asırlarca anlatılmış olsa da bir anda hafızalardan silinen bir masal gibi, sınavdan çıkınca tüm ezberlerin uçup gitmesi gibi, son bırakılan yerde bulunmayı bekleyen bir gözlük kabı ya da bir daha yolumuz düşmeyecek bir bahçede filizlenip büyüdüğünü görme şansımız olmamış bir tohum gibi unutulacak.
Kırık beyaz bir renge bulanacak zihin. Hepsi unutulacak. Eski defterleri kapamak, diyeceğiz. Beyaz sayfa açacağız ya da geçmişe mazi derler diyerek kadeh tokuşturacağız. Bir su baskını içimizde ne varsa alıp götürmüş de yerinde çamur ve dal parçaları bırakmış gibi kalacağız. Bir süre buralarda duramayacağız. Yaşanmaz olacak bu şehir, hatta ülke. Kalkıp gideceğiz bir gün, bir daha gelir miyiz bilmeyeceğiz.
Ama hep döneceğiz. Her dönüşümüzde bir rakı sofrası kuracaklar bize, her rakı sofrasında unuttuklarımız da oturacak bizimle. Masaya vururken kadehi, onlara da içeceğiz. Bu yüzden efkarımıza deli gibi sevdalı olacağız Gönül. Bırakamadığımız bir şey kaldıysa, o da bu olacak ve Şerefe! diyeceğiz.
“Şerefe gençliğimize… Şerefe gidenlere…”