Her birimizin diğeriyle eş, bir o kadar da farklı olduğuna inananlardanım. Bu yüzden de hepimize birden iyi gelebilecek tek bir reçete olmadığını; ama en temel ihtiyaçlarımızın çok benzeştiğini ve hayatta anlamı nerede buluyorsak o anlamın bizi iyileştirebilecek bir şifre gizlediğini düşünüyorum.
Büyük laflar etmeyi sevmez, genel geçer sözlerle evrenin gizemini çözdüğümü iddia edemem. Yine de soru sormayı severim, cevabını asla öğrenemeyeceğim sorular bile olsa hayata bir çocuk merakıyla bakmayı deneyebilirim.
Sorular, başlı başına anlam yüklüdür çünkü bana göre. Tecrübe yüklüdür, acısıyla tatlısıyla bir ömre bedeldir, arayıştır, cesarettir.
Sorular ağırdır kimi zaman, taşımak o kadar kolay olmaz. Omuzlarına yük, kalbine saplanan bir hançer, midene inen bir sancı, ayak dirediğin bir korku olabilir. Dağlardan aşağı yuvarlasan hangi haneyi yıkıp geçer, akarsuya bıraksan hangi çağlayanda son bulur, bilemezsin. Güvenemezsin sorulara; ama sorulara olduğu kadar -belki de daha çok- yanıtlarına güvenemezsin.
Ya yanlış düşünüyorsam… ya hata yaptıysam… ya bilmediğim bir sebepten… ya hepsi yalansa…
Bilmediğin zaman ne kadar yalnızsan, bildiğinde de o kadar yalnız kalmayacak mısın, ey Gönül? Korksan da bu böyle. Gerçekten yanında değilse, varsın olmasın. Söylemesi kolay, tabii, biliyorum. Ama yapması o kadar kolay olsa bunu benden duymayı bekler miydin?
Zamanın tek başına iyi gelemeyeceği şeyler vardır. Bir düşün, mutlaka yaşamışsındır. Acıları geçiren “sadece biraz zaman” değildir bence; acıların içinden zarafetle geçip gitmenin haklı gururudur.
Her şey geçer. Hiçbir şey aynı kalmaz. Bunu bize anlatan mevsimler vardır en basitinden. Bunu bize anlatan Güneş’le Ay vardır. Yeni doğan bebekler, hasta yatağında şifa bekleyenler, buharlaşan deniz, esen Poyraz ve yağan kar. Mutlaka vardır bir şey ve evren buna tanıktır.
Ebediyen aynı kalan yokken, yaşadığımız tek bir anın sonsuzluğunda boğulduğumuzu sanabiliriz- ya da her şeyin bittiğini. Bazı anlar yüzyıldan uzundur çünkü; türbülansa giren bir uçakta gibi zamanın içinde sallanıp titrer, genişler, uzar ve bekleriz.
Tünelin ucundaki ışık, belki de hiç göremeyeceğimiz bir çıkıştır bu bekleyişi çekilir kılan. Sabırsızlığın ne zamanın hızına ne sonucun teyidine faydası olabilir.
O küçücük anda sıkışmış kalmış birer film karakteri gibi, algıladığımız kadarıyla yaşadığımız hayatın, yorumladığımız kadarıyla gerçek sandıklarımızın içindeyizdir. Hepsi bu kadar.
İşte, bu yüzden belki de sorular iyi gelir bana. Sorular algımı sorgulayabilir, sorular yorumlarımı değiştirebilir. Sorular gereklidir bana, anlamlı bir hayat yaşadığıma inanmama…
Sorularımla ışık olabilirim; sorular bana ışık tutabilir. Sorular sabır gerektirir, sorular aceleye gelmez. Sorular, tevazu ister, ilgi görmeyi bekler ve özenli olmayı gerektirir.
Sorular benim kıymetlimdir, vazgeçemediğim sevgilim. Şimdi, istediğini sorabilirsin bana, ben de sana sorabilir miyim?