Bütün haftanın yorgunluğu Cumartesi gecesi üzerime çullanınca, Pazar günü saatlerce uyuyacağım demiştim. Bir Pazar günü için çok da geç olmayan bir saatte, sekiz buçuk sularında uyandım. Hemen giyinip market alışverişi yaptım; domatesleri, köy biberlerini ve salatalıkları yıkadım. Lavaş ekmeğinin arasına peynir koyarak tost makinesinde çıtır çıtır ısıttım. Söğüş salataya zeytinyağı gezdirip tuz, kekik ve pul biber ektim. Peyniri dilimledim, zeytin çıkardım. Cam fincanımda sevdiğim meyve çayından demledim. Hepsini tepsiye dizerek balkona çıktım.
Yazın ilk balkonda kahvaltı keyfi beni benden aldı. Mahallede çoğu perde kapalı, sokaktan araba geçmiyor, hatta gördüğüm kadarıyla TEM bile sakin. Radyo Voyage dinleyerek bir yudum lavaştan, bir yudum çayımdan… Oh beee…
Uzun zamandır ağzımızın ne tadı kaldı ne tuzu… Yaşadıklarımız, duyduklarımız, tam manasıyla serseri etti bizi, yordu, üzdü, acıttı, delirtti. İtirazımız zaten buna işte bizim. Hayatımızın tam orta yerine gulyabani gibi girip çıkmak bilmeyen bir Zalimlik Manzumesi.
İçtiğim çayın tadını almak, kendi memleketimde yurtdışındaymış gibi rahat dolaşabilmek, araba kullanırken tacize uğramamak, günümün en az dört saatini korna ve küfür dinleyerek geçirmemek, bir Pazar sabahı otoban kenarlarına ya da yer kapılacak durumdaki az sayıdaki yeşil alana sıkışmadan ve çok da uzaklara gitmeden şehrin göbeğinde piknik yapabilmek…
Bir çay daha koydum kendime. Kahvaltı tepsimi mutfağa götürüp balkona geri geldim. Kaldığım yerden şiir kitabıma devam ettim. Oruç Aruoba’nın Uzak adlı şiir kitabı (*).
4. Özlediğin, gidip göremediğindir;
ama, gidip görmek istediğin…(*)
Öğleden sonramı aylar önce aldığım 1 metreye 75 cm ölçülerinde kocaman karton üzerine kolaj çalışması yaparak geçirdim. Ana tema “bon voyage”. Şimdiye kadar gezip gördüğüm yerlerin ya da beğenip gitmeyi düşündüğüm şehirlerin fotoğraflarından oluşan bir kolaj oldu. Ara verdiğimde, badem ceviz atıştırıp Şirince’den aldığım buz gibi şeftali şarabından yudumladım. Tatlı şeftali kokusu bile duyularıma iyi geldi. Kusurlar, küfürler, tacizler ve şiddet dolu fotoğraflar uzaklaştı. Onların yerine maviler, yeşiller, renk renk binalar, nehirler, bulutlar ve salkım salkım çiçekler geldi.
Tüm gün kâğıt kesip yapıştırmak çok rahatlatıcı bir faaliyetmiş, onu anladım. Bittiğinde de şöyle bir baktım, işte budur, dedim. İyi tatiller Nilly, yolun açık olsun…
54. Özlem, dilektir: –
“Lütfen bu gece üşümesin – ”
“Lütfen bu gece acılanmasın —”
“Lütfen bu gece rahat uyusun —” (*)
Warning: count(): Parameter must be an array or an object that implements Countable in /home/nilhanf/public_html/wp-content/plugins/gd-star-rating/code/blg/frontend.php on line 705
Warning: count(): Parameter must be an array or an object that implements Countable in /home/nilhanf/public_html/wp-content/plugins/gd-star-rating/code/blg/frontend.php on line 574
Özlem.
Özlemin hangi çeşidi daha ağır bilir misin?
Ben bilemedim.
Şimdi var olana özlem var bir çeşit,
Gitme ihtimalin olan.
Ama gitmediğin ya da gidemediğin.
Bu özlem ağır,
bu özlem zor,
bu özlem..
Bir de şimdi var olmayana özlem var o da diğer bir çeşit.
Gitme ihtimalin olan ama asla görme ihtimalin olmayan.
Dokunamadığın,
Sarılmadığın ama içinde özlemi olan.
Konuştuğunda Seni duymayan, Sana cevap veremeyen yani var olmayan.
Ama bir zamanlar var olmuşken özlem duyduğun.
Bu özlem acı,
Bu özlem çaresiz,
Bu özlem ıstırap.